“Bir mesajınız var” çağrısıyla “ahaaa” dediğimiz aydınlanma durumlarıyla
karşılaşmak.
Ben ve benim gibi farkındalığın iyileştirici gücüne inananlar için sık karsılaşılan, ruhsal olarak büyüten, bir kavramdır. Bu paralelde “An” dediğimiz zamansal ve mekansal genişlemeyle ilgili açılımlarda, bu gibi durumlar da yaşanır.
Birbirinden bağımsız gibi gözüken parçalardan yola çıkarak, değinmek istediğim birkaç noktayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bu sabah, yataktan derin bir açlık duygusuyla uyandım. Rüyamda; büyük bir yemekhanede misafirdim. Bir şeyler ikram ediliyor, yiyor ancak bir türlü doymuyordum. Oradan oraya, adım atarak yemek topluyordum. Rüyada olduğumu anladığım anda saatim çaldı ve gözümü açtım. Ancak; gün içinde nakarat yaşayacağıma inandığım zamanların monotonluğuna duyduğum isteksizlikle, çalar saate kızarak güne başlayacakken…
Bu duygudan vazgeçerek uyandım. Duyduğum sese ve açabildiğim gözüme, aldığım nefese, yanımda soluk alıp veren sevdiklerimin varlığına, şükürle güne başladım. Çalar saat, sadece kurduğum zamanı hatırlatmakla görevliydi. Adı çalar saat olsa da; o, “zaman hırsızı” değildi. Benim ritmimi hatırlatmak için çalan, bir saatti. Ellerimle kurduğum halde zamanı hatırlattığı için ona kızmak, komik geldi. Ağrımadan basan ayaklarıma ve ilerleyen adımlarıma bakıp düşünürken..
Birden bol seçenekli, rengarenk ayakkabılar aklıma geldi. Birbirinden farklı renkli, bazıları birbirine yakın seçenekleri olan ayakkabılar.
Sonra hayatımda yakından uzağa tanıdığım, profesyonel iş hayatlarında, sağlam güçlü adımlarla ilerleyen insanların yolculukları ve duruşları gözümün önüne geldi. Eşime, kendime, arkadaşlarıma, sosyal medyada duruşunu beğendiğim insanların hedef ve sonuç
yaklaşımların arasındaki süreçleri geçti beynimden hızlıca..
Çok ilginçtir ki sembolik olarak ayak/kabı; ilerlemeyi, adım atmayı ve bunları yaparken; bizi taşıyan unsurları simgeler. Numerolojide ise “cesaretle ilerlemeyi ve başlamayı “anlatan “1” rakamıyla temsil edilir. Güne başlamak ya da hedefe bakmak gibi. Astrolojide ise ayaklar “Balık Burcu” ile temsil edilir. “sıkan ayakkabı” benzetmesiyle de yeri geldiğinde kaçtığımız ve dağıldığımız sorumluluklarımızı anlatır. Sembolizmde ise; ayakların “toprak ve yer” ile ilişkisi, ayak-yer temasına bağlı sembolik olarak “annemizi” anlatır. Ayağı taşıyan kap ise; toplumda yansıyan kimliklerimiz ve bizi taşıyan araçlarımız gibidir.
Sonra, bu parçaları bir yapboz gibi birleştirerek ortaya çıkan tabloyu, okumaya başladığımda ise hedef odaklı insanların, genelde tek renk ve az çeşitli ayakkabılar seçtiğini fark ettim. Balık burcu ile bağdaştırdığımda şu sonuca vardım; Dağılmaya yatkın ve sorumlulukların uzaklaşma isteği. Ayrıca; detayda dağılabilme özelliğine bağlı olarak, adım atma korkusu ve bundan dolayı hassas noktasının ayaklar, olabileceği fikri oluştu . Yine “sıkan ayakkabı” benzetmesine dayanarak; ilerlemekten korkmayı, Neptün’ün yöneticiliği etkisiyle” sis, belirsizlik perdesiyle kaplanmış olduğundan; adım attırmadığı için ayaklarla ilgili sorun yaratacağını, düşündürdü.
Peki …Benim gibi rengarenk ayakkabıları seçen birisi için anlamı ne olabilirdi?
Rüyamda, temsil edilen gıda ihtiyacını sembolik olarak değerlendirdiğimde; “beden ve baş” parça- bütün ilişkisinde, ağzın bedende “başa açılan kapı” olmasıyla aslında, hissedilen “açlık” bir semboldü. Bilgide açlık, beynin gıda ihtiyacına benzetilebilirdi. Bilgide “açık büfe ” temasıyla diplomatik yaşamayı seven “Merkür ve Terazi’nin” gıdası da yine ” açık büfe bilgi ” temasıyla gelebilirdi. Böylesi bir durum kişide, bilgiye giden yolda renkli ayakkabıları da seçtirip, giydirebilirdi. Sonuç bilgide uzmanlaşma, derinleşme yerine “bilgide çeşni” tanımı olarak gelebilirdi.
Bu kadar kısa bir zaman çizgisine, saniyelerin verdiği farkındalığı sığdırmak.
Zorunluluktan, sorumluluğa geçmede kalemin gücüne, duyguları eklemek. Duygusuz gibi gözüken ayakucu, “ Ay-Oğlak” birleşimi için hiçte zor değildi.
Zaman, genişledi mi; yoksa zaten geniş miydi?
Rüyalar, semboller, astroloji, numeroloji, çalar saatin içinde kendimi okurken;
yorulmuş gibiydi.
-Ahh ayaklarım! Yine aklın hızına yetişemedi.
Kat kat giyindiğimiz kimliklerle yine yola çıkma vakti gelmişti.
İş yerine geldim ve “sıkan ayakkabılar ” temalı bir rüyayı dinleyerek; arkadaşıma gülümsedim. Neptün, kolektif bağlantısı benden önce iş yerine gelmişti. Anlatılan rüyada ki çocuk büyümüş, ayakkabıları sıkıyor ve ilerlemek istemiyor gibiydi.
Acaba bu çocuk kimdi?
Sen; ben,biz…
Hepimizden bir kesitti.
İşte karşılaştığımız olaylarda birbiriyle alakasız gözükse de hayat aslında kırmızı ipliklerle örülmüş bir mesaj ağı gibiydi.
Bazen canımız yanmadan, giydiğimiz ayakkabılar, ayağımızı sıkmadan, yürüdüğümüz yollar… Daralmadan nerede olduğumuzu, ne yapacağımızı ve nereye adım atacağımızı bilemiyoruz.
Hayatın içinde ki işaretler, okumak isteyenler için her yerden geliyor.
Rüyalarda, sembollerde, gezegenlerde…
Bir çalar saatin susmayan sesinde…
Zaman; esneyen bir kumaş gibi akrep -yelkovan makasıyla sonsuz kere kesilip herkesi, aynı anda giydirebiliyor.
Yoksa zaman, durup izleyince, yaraya sürülen merhemiydi?
Peşinden koşunca tekini yolda düşündüğümüz ayakkabımızın, masallarda ki diğer eşimiydi?
İşte böyle olunca, an içinde sayfalarca sözcük yazdıracak kadar genişleyebiliyor, mikro evren makro evrene dönüşebiliyor.
Farkındalık, zaman ilmeklerinde örülmüş bir kilimin deseni gibi öğrendiklerimizle yolumuza serilebiliyor.
Peki, tekamül yolculuğumuzda ev sahibi miyiz yoksa misafir mi?
Her gün çalan saatlerimiz bir hırsız mı, yoksa uyanmak için haberci mi?
Tülay Kahraman AKÇAKOYUNLU
Bir Cevap Yazın