Nasıl da telaş var, içimde…
Sanki doru atlar, oradan oraya koşturuyor…
Ayaklarım ve zihnim birbirinden bağımsız gibi. Kuru sıkı bir silah sesini, duymuşçasına yaşadığım duygularla alt üst oluyorum. Bir kaç kişinin içimde aniden uyandığını hissediyorum. Ne oldu şimdi, bunun adı ne?
Tetiklenme mi? Evet, tetiklenme yaşıyorum.Peki tetikleyen ne? Gökte ve yerde ne var? Peki İşaretler, duygu durumum ne?
Yaşadığım zamanı genişletmek için bir perdeyi açar gibi açıyorum pencereyi. O pencereden, manzarayı seyretmeye başlıyorum. Manzarada bir yeşil koltuk var ve gidip üzerine oturuyorum. Bir masa var önümde bir de kalem ve kâğıt. Derin bir nefes alıyor, sırtımı arkama yaslıyorum. Sakinliğe çağırıyorum kendimi. Sonra, elime kalemi kâğıdı alıp yaş döngülerimi hesaplamaya başlıyorum. Şimdi ki yaşım” 42″ bu rakamı ikiye bölüyorum ve “21 “sonucuna varıyorum. Düşünüyorum…”Evet olabilir, ancak çokta anlamlı değil” diyorum. Özerklik döngüme bakıyorum “Evet olabilir, ancak bu da anlamlı değil” diyorum.
Satürn döngüsünü, çoktan geçtim, Eee peki…
19 yıllık ay düğümleri döngüsünün etkisi? Evet, 38 yaşımda yer değiştirdi. Şimdi ki etkisi neyi yer değiştiriyor? Pekâlâ, tamamlanması ya da bitmesi için görmem gereken neydi? Ya 7 ve 9 yıllık kozmik ve evrensel döngüm? Hayat yolu döngüm, derken. Sonuçta, birbiriyle alakalı parçalar bulsam da daha derinlerde bir şeyler olduğunu hissediyorum. Bu arada kayınvalidem, hastanede yatıyor. İstediğim kalitede ve sıklıkta yanında bulunamıyorum. Mevcut durumu kontrol edemiyorum. Bedenim ve zihnim, eş istekle çalışmıyor, sanki. Bunun içinde bir yanım kendime, bir yanım şartlara kızıyor.
“Ne oldu Tülay? Başkasına An’da kal diyordun. Şimdi sen, ne yapıyorsun? Ne oldu birden sana”, derken, İki taraftan duygusal mengene sıkıştırıyor beni. Ayaklarım da âdeta çivilenmiş gibi o yeşil koltuğun üzerinde, tasarladığım güvenli alanımdayım, ama bir türlü kıpırdayamıyorum.
“Hastane ve annelik” kelimesinin çağrışım yaparak uyandırdığı hikayelerle zihnimde gezinirken, yerimde bir ‘mıh’ gibi kalıyorum. Hastane… Hasta… Ölenler… İçimde ki ürkek çocukla birlikte “kadın ve anne ” temalı çağrışımlara uğrak yeri oluyor, zihnim. Gebeliğimde; bebeklerimden birini, anne karnında kaybetmemi, hemcins çalışma arkadaşlarımın tutumlarını hatırlıyorum, birden. Böyle olunca ayaklarımın, hastaneye gitmek istemediğini, fark ediyorum. Korkular, bilinçaltı/bilinç dışı çağrışım kelimeleriyle yeniden rezone olmuş, kapanmayan dosyalar böylece yeniden açılmıştı. İçimde susmayan sesler, buram buram düşmanlık kokuyordu. Hem cinslerime, anneliğe, dişiliğe…
Açık düşmanlıkları anlatan Chiron -Koç vurgusu, Ay ile bağlantısı, 12. eve uzanan ve kısır döngüyü kolaylaştıran üçgen açıları. Açık düşmanlıklar ve kurban rolü. Artık, bu düşüncelerle kurban rolünü seçemezdim ki. Chiron; yarama tuz basmıyor, tuzu yarana dökme diyordu. Bu düşüncelerle 12.evimdeki Kuzey Ay Düğümüm Başak, yüzüme gülümsedi. Güney düğümüm Balık, sorumluluklar içinde zihnimi yüzdürmek istese de…
Artık, gözlerimi açma zamanı gelmişti. Başak iç disiplinine, ihtiyacım vardı. “Yine mi kurban çukuruna düşeceksin ?’’ diyen ses, içimde yankılanıyordu. Artık kulaklarımı kapatamazdım. Ben kapattıkça çocuklarım da beni bana anlatıyordu.
12. Ev, anne karnı ve yeri geldiğinde ruhsal zihinsel hapishane… Kendimizden bile sakladıklarımız değil miydi?
Ee, demek ki artık kilitleri açma vakti, çoktan gelmişti.Mesleğime dair; “suçlusun, daha iyi hasta bakabilirdin”, anneliğime dair “daha iyi şartlarda gebe kalıp bebeklerinden birini, kaybetmeyebilirdin”, sosyal kimliğimle dair “kendini daha iyi ifade ederek, çözüm bularak, savunabilirdin” sözleriyle sustuğumu zannettiklerim, ayakucu noktamdan beynime doğru sıçramıştı, sanki.
Peki neden?
Pluto 1.ve 12.ev vurgusu, Güneş kavuşumu.
Artık, ayaklarımın altında sakladığım gerçekleri, özgürleştirmem için bir çağrı yapıyordu, sanki. ” Çık, bu kısır döngüden ve benliğini kazan “diyordu.
Kolay değildi, elbet. En zor ve en son insan kendini affediyordu. Kaç kişilik, affetmeliydim kendimi? Derin suçluluk sadece bana mı aitti?
“Hayır! Köklerin seninle konuşuyor ” dedi, iç sesim. Elimi, kalbime koyup zihnimi gönlüme doğru indirdim.
Peki, bende bir şey bu duyguyu mu tetikledi? Evet, “kayın valideme bakarken zarar verirsem, elimde ölür ” ile tetiklenen kaybetme korkusu.Taşlar, yerine yavaş yavaş oturmaya başlamıştı. Telaşın, içsel karmaşanın yerine sakinlik, geçiyor gibiydi. Çalışma hayatı ve içindeki başlıklarla kayın valideme zaman ayırmam mümkün görünmüyordu. Sürekli bakacak birine ihtiyaç duyuyorduk. Tabi bu kişiyi ararken ve bulduğumuzda karşılaştığımız muhteşem bağlantıları, işaretleri ve mesaj iplikçiklerini anlatmayı es geçiyorum.
Çivilenmiş ayaklarımda Ay ‘in gölgesi, Oğlak burcunun sorumluluk çizgisi… Bu harita böyle gitmez… Derken sesler azalmaya başladı.
Anladım ki; doğum haritam, kendini doğuruyordu.
Doğar mı insan yeniden?
Doğar elbet! Her hal, başka hale gebedir.
Bıraktığın yer ölüm, geldiğin hâl doğumdur.
Fark yine an’da genişlemeyle birlikte gelmişte. Kurban değildik ki.
Kendimizin kurtarıcısıydık…
İşte! Bakmak ve görmek arasındaki farktır, haritanın üzerine çıkmak.
Bana has özellik değil sadece.
İçsel farkındalıkla yapılan, muhasebe…
Adım adım doğuyoruz kendimize…
Doğumun kutlu olsun Tül/Ay…
Tüle dolanmak değildi esas olan,
Bize verilen kumaşı şekillendirmek.
Tülden gelinlik yapmak, Ay’a
Siz de kumaşınızı öğrendiğinizde,
Haritanızın üzerine adım adım çıkabilirsiniz, cesaretle, Kutlayın alkışlayın kendinizi, dürülmüş bükülmüş evrenin beden bulmuş haliyiz.
Gökyüzü içimizde.
Tülay Kahraman Akçakoyunlu
18.01.2021
Bir Cevap Yazın