yarasını seven şifacı / Tülay akçakoyunlu

İzler topluyoruz hayat yolculuğunda..

Yola çıkıp tekrar bıraktığımız yere vardığımızda,  bulduğumuz “aynı ben” olmuyoruz.

Parça parça bölüyor, dilimliyoruz kendimizden ve yaşam sofrasına deneyim olması adına bırakıyoruz. O bıraktıklarımızda hangi duygu varsa ya da hangi duygu için bir iz/ işaret bıraktıysak dönüp dolaşıp bulduğumuz bıraktığımızın bir yansıması oluyor. Ancak bakan göz, anlayan akıl aynı idrak ile bakmıyor.

Bıraktıklarımızı bulanlar için bu durak, tevafuk  nazarıyla tokmağı vurup gireceği hikmet kapısı oluyor.

Peki…Bulmak için mi çıkılıyor yola yoksa bırakmak için mi ?

Yarayı kanatanı, yârini arayanı, yârine yâre açanı bulmak ya da yarasına sarılıp ağlamak için mi çıkılıyor yola?

Nerede başladı ilk yara? Kim açtı bu yarayı, kiminleydi esas dava? Sonuyla başlangıcı, yokluk ve varlık misali bilinmezlikle var olanın içinde mi, neredeydi ?

Yâr mı yarayı açan, yoksa yara mı yâr ile aramızı açan, bizi birden  gayrı yapan?

Birbirinden ayrı görünen ancak aynı kökten türeyen aşkın üç hali miydi yaradan?

“Bir” ile kopan ayrılık mı açmıştı ilk yarayı dünyaya gelirken kat kat giydiklerimiz mi?

Gönüle nefisten  perde mi eylemişti aşkın anahtarı yoksa yine kendi  içinde miydi?


Yer ve Gök Aşk ile yaratıldı. Zahirden hakka giden yol aşk ile çizildi. Zaman mekanını onda kaybetti. Kul ateşe düştüğü yerden kül olmadan gülü koklayamadı.

Yazmakla giyilmez elbet Aşk’a biçilen elbise. Onu en iyi gönül nâr olmakla anladı. Anlayınca da geriye kendi kalmadı.

Yaramızı sevdikçe yaramız iyileşecek. Önce görmeli ve onu tanımalıyız elbet. Nerede saklandı ve anahtarı bulduğumuzda nereyi açacaktı?

Gökten düşen pusulada yaralı şifacı kimin yanında, karşısında, hangi haneye uğradı?

Yarasını seven mi iyileşirdi yoksa yarasını yâr eliyle saran mı? Evvelden başlayan bu  sözleşme ahire kadar böyle geldi, böyle mi giderdi? Kader gayrete aşık değil miydi?

Böyle bakınca yâr, yâre ,yâren hepsi de bir aslında.

Gökyüzünde sabit duran yıldızlara ve onların yerine yemin edenin adıyla, yer yüzünde ki işaretlerle  bakıp arıyor, okuyoruz  kendimizi dünya sofrasında. Yer gök birbirine ayna, insan köprü ikisinin arasında. İlmi dışarıda arama gayesi, aslında bir öze dönme hikayesi. Hepimiz ilim sofrasından bir pay, bir lokma alıyoruz. Ben payıma düşeni gökyüzünden Venüs Güneş’in kalbinden seslenirken, yaralı şifacımla kavuşurken aldım. Yaramı yârim yaptım. Elime kalemi alıp kelâm ile  özgürlüğün kapısına varıp, yara açtıklarımın acısını yarama sardım.


İyileşmez demeyin iyileşir elbet tüm yaralar. Yeter ki  kaldır başını bak semâya; Mevla’yı arayana kendini bilmek aslında en güzel ayna….

TÜLAY AKÇAKOYUNLU

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da bir web sitesi veya blog oluşturun

Yukarı ↑

%d blogcu bunu beğendi: